Denemeler

Zamâne, Çocuğu ve Gölgeler

Zamâne, Çocuğu ve Gölgeler - Necip YILDIRIM

Ey zamâne! Sana bakınca kirli aynalar görüyorum. Kırık, bölünmüş ve pasaklı…

İçine düşenlere kendinden renk katmaz ayna. Olduğun gibi gösterir seni. Bana bakan gözlerin kadar temizim. Sana camları kırık, çerçevesi bozuk gözlük satmış olmasınlar?  

Kanatların altına sığınmak istedim bir ömür boyu. Seninkisi de Anka kanadı mübarek… Şöhreti cihanı kaplamış, gölgesini gören olmamış.

Şefkatimde aradığın sıcaklığı bulamıyorsan, kendine bir başka güneş bulacaksın!

Bana ne verdin! Bunca hengâme, gürültü, patırtı… İşe yaramayan ne varsa: Geçici, işe yaramaz, beyhude… Emanet! Her şey emanet! İçinde yaşadığım beden kıyafeti dahil, verdiğin her şey ödünç… Kendini satanların pazarısın…

İyilik ve kötülük sıradanlaşamaz senin için. Parayla tarif ettiler seni: Şu kadar kazanıyor. Falanca semtte evi var. Kariyer, araba, kıyafetler… Madde ile vasıflandırdılar seni. Yaşamayı unutturmak, hayattan uzaklaştırmak ve şartlandırmak istediler. Körü körüne koşasın diye… Başkalarının acılarını hissedemez olmanı arzuladılar. Aleladelik… İşte sana bulaştırmak istedikleri hastalık bu!

Ekonomik hayvan olmadığımı teslim etmen sevindirici. Peki ben kimim? Senin çocuğunmuşum… Annem misin? Babam mısın? Hiçbiri mi, her ikisi misin?

Sana “zamâne çocuğu” diye isim takanlar kime tepeden bakıyorlar? Sana mı? Bana mı? İkimize mi? Kendileri başka dünyalardan mı gelmişler o gölgeler?

Eğrileri yanına çekersin. Dik duranları diken addedersin: Akına batmış gibi yaşarır gözlerin…

Yumuşak et arar sivrisinek. Altında damar gördü mü, her deriye zerk eder zehrini arı iğnesi. Et ayrımı yapmaz akrep… İkimizin de canını acıtan o neşter bir başkasının elinde olmasın?

Somurtan gölgeler var kuytularda. Kül muamelesi yapıyorlar bana: Sönük, ateşsiz ve işe yaramaz bir kül! Tek üfürükle havaya uçacakmışım gibi…

Küllerin dahi ardında nice ateşte yanıp can verenler vardır. Üfürüldüklerinde göze kaçıp düşmanı kör eden küller gördüm. 

Gecenin kovduğu, gündüzün kaçtığı sabahın alaca karanlığı değilim! Dilersem zifiri karanlık, istersem günlük güneşlik olma potansiyeli taşıyorum!

Küle geri dönelim: Ateş, yananlar, kül ve duman… Bir bütünün parçaları. Duman yangın yerinden semâya yükselen bir işaret fişeği. Kül sonraki meşaleleri tutuşturacak koru muhafaza etmekle vazifeli koruyucu tabaka!

Şaşırtıyorsun beni. Cevap yetiştirmiyorsun. Anlatıyorsun. İzah ediyorsun. En önemlisi beni dinliyorsun. Dinlenmeye, anlaşılmaya ne kadar da ihtiyacım var…

Dinlenmeyen, anlaşılmayan nesiller tepkilerini biriktirirler. Öfke dolar içleri. Hırçınlaşırlar… Sana güvenecekler, itimat edecekler, dilinden anlayacaklar her daim bulunacaktır. Aldırma: Izdırabını, huzursuzluğunu, kederini ve hatta şakalarını anlamayanlar elbet olacaktır.

Vicdanlarda eşek sıfatlı adamla gönül ehlinin şahitliği bir. Fikir çilesine pervâsız, gönül ızdırabından bihaber, halden anlamayan gölgelerin kurduğu terazi…

Vicdanın yaktığı meşalenin aydınlığı altında kendi kendine sohbet etme. Tepeden bakma mağaradakilere. Mağaradaki de senden bir parça… Gerçek hayatı ekranlarda oynanan oyunlardan ayırt edebilecek güçte olduğun inancındayım!

Mecazlar içinde yaşamıyorum. Çizgi filmlerden sıçrayan sahte kahramanlar değil benim rol model seçtiklerim! Dopamin dozajlarının esiri değilim. Akıllı cihazlardan yükselen bildirim tedhişleri darmadağın edemez hayatımı.

Sana yapıştırılacak hiçbir yaftayı kabul etme. Kategorilere sokamasınlar seni. İsmini sen seç ve seninle isim bulsun içinde yaşadığın zamâne! Sen hiçbir alfabedeki son harf değilsin. Yazılacak her destanın kağıda dökülmüş ilk harfisin. Umutsuz olamazsın. Zira umut sensin.

Söyle bana ey zamâne! Nedir beni farklı kılan?

Çağlar boyu üç nesil yaşayagelir içimde: Senin gibi zamâne çocukları, ondan öncekiler ve ondan sonra gelenler. Her zaman nesiller arasında bir mesafe olagelmiştir. Dijital mesafe kadar uzununa az şahit olmamıştım.

Uzak düşmüş olabilirim. Yabancılaşmadım. Bigâne olmadım. Gençlik buhranları içinde kaybolmuş değilim. Bedenî tahriklerle güdüldüğüm zannedilmesin. İsyanın, başkaldırının, meydan okumanın adıyım! Sırtımda kurulmak istenen sanayi modelinin idrakindeyim. Beni avuçlamaya kalkarlarsa, kül gibi etrafa saçılır, kör ederim gözlerini. Bilincindeyim ardımda nice yangınlara katlananların var olduğunu.

Yeterince enerjiye sahip olmayan, düzensiz uyuyan, sadece kendini düşünen, yalnızlıkları içinde kaybolan, zihni dağınık, inançlarından uzak, itikadı gevşek… Ne derlerse desinler… Gölgelerin yok sayamayacağı içtimai ve siyasi bir hakikatsin.

Teessüf ve karamsarlıkla konuşmuyor olman bana cesaret bahşetmekte. İtiraf etmeliyim: Çabuk sıkılıyorum. Bıkkınlıkla baktığım oluyor dış dünyaya. Uzun süre bir konuya odaklanamadığım, tefekkürümü derinleştiremediğim yorumlarında haklılık payı olabilir. Birkaç adım sonrasını hesap etmekte zorlandığım da doğrudur. Ama seziyorum hakikatin ne olduğunu. En ufak kımıltı kaçmıyor gözümden…

Vurdumduymazlık, alınganlık ve gereksiz hassasiyetler… Haklı eleştirilere kulak tıkayacak kadar zayıf karakterli değilsin. Yaranı açık bırakırsan sinekler konar üstüne! Zırh gibi kuşan zaafiyetlerini! Haydi bana karakterini göster!

Hamâset dolu laflar etmiyor olabilirim. Bilmiyor değilim şehitlerin ne uğruna hayatlarını feda ettiklerini. Ben de dinledim dedemden kıssalar, hikâyeler, menkıbeler…

Dünyanın güya ‘hakikat-sonrası’ merhaleye getirilmeye çalışıldığı dönemin çocuğusun. Düzmece haberlerin kol gezdiği, sahte mutlulukların vitrinlere yerleştirildiği, bilginin anahtar kelimelere göre yazıldığı zamanlarda yaşıyorsun.

Sor bakayım benden öncekilere: Hiç aldatılmamışlar mı reklamlar tarafından? İdeolojilerden gömlekler giydikleri olmamış mı?

Terbiye edicilerin de terbiyeye ihtiyaçları olur kimi zaman…

Bu gezegeni benim omuzlarıma bırakıp gidecek benden öncekiler. Bir sonraki nesiller benden öğrenecek dinini, imanını; ilim ve marifetini. Gönülden gönüle, kıyamete doğru uzatılacak iman silsilesi arasında benim de gönlüm yer alacak.

Dijital çağı meydana çıkaranlar, seni o çağın içine doğurdular. Sen de kurduğun yapay zeka çağının kucağına doğuracaksın evlatlarını. Bütün nesiller kendilerinden sonra doğanlara “zamâne çocuğu” diye isim taktılar. Kendilerinden öncekilerin onlara zamâne çocuğu dediklerini unuttular. Veya öncekilerin hıncını sonrakilerden çıkardılar. Sonrakiler onlardan çıkmıştı halbuki, kendileri öncekilerden çıktıkları gibi.